Yaşlanmak Saygınlıktır. Bir arkadaş grubunda sohbet ederken “ne olacak bu ak saçlılarla yok saçlıların hali” konusuna geldik. Hepimizin az çok gelecek endişesi duyduğunu gördük. Başkalarının da aynı endişeleri duyacağını düşünerek konunun üzerinde durmaya ve çözüm aramaya karar verdik. Yaşlılar nasıl yaşıyor, karşılaştıkları sorunlar nelerdir, yaşlılık geciktirilebilir mi, birlikte huzur içinde nasıl yaşanabilir? Sorulara yanıt bulmak için yaşlılarla görüşmeler yaptım. Yaşlıların ve yaşlı yakınlarının durumlarının çok daha vahim olduğunu gördüm. Arkadaşlarım da benzer deneyimlerle geldiler. Kendi deneyimlerimi kısaca yazayım. Yazımdaki yer ve şahıslar birebir gerçektir. (Deşifre etmemek için adres verilmemiş, şahıs isimleri değiştirilmiştir.) İlk gittiğim yer bir huzureviydi. Yönetim ile görüştükten sonra çıkışta gördüğüm sakinler bahçede geziniyorlar ya da banklarda birer ikişer oturuyorlardı. Üzerinde okey taşları bulunan bir masada tek başına oturan birisine selam verip yanına oturdum. Selamıma yanıt alamadım. Oturabilir miyim deyip boş sandalyeye çöktüm. Yine yanıt yoktu. Belki işitme sorunu olabileceğini düşünerek başka cümlelerle konuşmaya yol açmak istedim. Yüz ifadesinden beni duyduğu anlaşılıyordu. Demek ki konuşmaya isteksizdi. En kolay ve kesin yanıt alabileceğim soruyu sordum. Nerelisin? Anlatmaya başladı. “Bulgaristanlıyım.” Yüzüne şaşkın bakmış olmalıyım ki devam etti. “Ne sen sor, ne ben söyleyeyim. On altı yaşımda, 1950 yılında babamla Türkiye’ye geldik. Bize Kayseri’de tuzlu tozlu bir yerde toprak verdiler. Babam orada kaldı, ben kendime geçimlik aramak için Antalya’ya geldim. İş bulamadım, İzmir’e gittim. İlk gece Basmahane garında sabahladım. Sonraki günlerde boya işleri de yapan bir nalburun yanında işe girdim. Askere gidinceye kadar orada hem satışa yardım ettim hem boya badana işlerinde çalıştım. Askere gittim, askerde iken ziyaretime bir tek patronum geldi. Kendisine hala minnet duyarım. Terhisten sonra bir müddet İzmir’de çalıştıktan sonra Antalya’ya döndüm. Evlendim, iş kurdum. Antalya dokuma fabrikasının boya badana işlerini yaptım.” deyip hüzünleniyor. Kendisini daha da çok hüzünlendirmek istemiyorum. Can alıcı sorumu da sormadan edemiyorum. Bir iki gönül alıcı sözden sonra huzurevine nasıl geldiğini soruyorum. “Kimsem yok” diyor. Yine şaşkın bakıyorum. “Çocuklarım vardı, hepsi aynı trafik kazasında öldüler. Bir tek eşim eceliyle öldü. Altı sene önceydi. Yapayalnız kaldım. Yalnızlık çok zor. Sokaklarda bir arkadaş aranıyor, bulunamıyor. Ev de duvarlarla konuşuluyor, yalnızlık çoook zor. Şimdi buradayım, yemeğim veriliyor, çamaşırlarım yıkanıyor, arkadaş bulabiliyorum, haber vererek dışarı çıkıp gezebiliyorum. Emekli maaşımın bir kısmını yönetime ödüyorum. Kalanını da harçlık ediyorum.” Sormadan edemiyorum: eviniz, gayrimenkulünüz yok muydu? “Hepsini sattım, parasını bankaya koydum, bankada duruyor. Ben öldükten sonra bankaya kalacak.” Bir hayır işine bağış yapsan diyorum… “ İyi olur, uygun bir yer bulsam yapacağım” diyor. Teşekkür edip, iyi günler diliyorum. Dönüş yolunda eşimle beraber, Melahat Hanıma uğruyoruz. Üç hafta önce kalp krizinden ölen oğlu için taziyeye gitmiştik. Yaşlılar ilgiye ihtiyaç duyuyorlar. Biz de uğrayalım, gönlünü hoş edelim, acısını paylaşıp hafifletelim istiyoruz. Melahat Hanım oğullarının kendisine verdiği güzel bir dairede Özbek bakıcısı ile kalıyor. Evinde hiç bir eksiği yok. Mutfağında bir kuş sütü eksik. Doksanına merdiven dayamış, oğlunun vefatına kadar her gün yürüyüşünü yapardı, tiril tiril de olsa çevresi ile ilgisini koparmamıştı. Oğlunun vefatı ile yıkıldı dense yeridir. Artık oturduğu yerden doğrulurken bakıcısının yardımına ihtiyaç duyuyordu. Kapıyı çaldığımızda kapı gecikerek açılıyor. Ağlamaktan gözleri şişmiş bir durumda ayakta zor duruyor. Ölgün bir sesle konuşuyor. Hoş geldiniz faslı bitmeden yandaki divana çöküyor ve anlatıyor. Aslında hiç kimse hakkında negatif bir söz söylemezdi. Bu sefer çok bunalmış olmalı ki öteki oğullarından dert yanıyor. Yine de aleyhinde konuşamıyor. Küçük oğlum Nadir iki günü atlamadan geliyor. Anne “bize gidelim” diyor, derken bana sırtını dönüyor. Biliyorum ki onlara gitsem gelinle arası açılacak. Gelin daha iki kere ancak kapımı çaldı. Torunum Yiğit babasının ölümünden sonra ayağını kesti, daha bir kere geldi, genç işte. Hiçbir acı evlat acısına benzemiyormuş. Eşim öldüğünde en büyük acı demiştim. Meğer yanılmışım, evlat acısı daha yıkıcıymış. Geceleri uyuyamıyorum, evin içinde sabahlara kadar dönüyorum. Bakıcım sağolsun yadımcı olmaya çalışıyor. Türkçesi de kıt olduğundan iyi anlaşamıyoruz. Genç kadın ne yapsın yatıp uyuyor. Bundan sonra ne yapacağımı bilemiyorum. Gelinlerimin yanına gidemem, yalnız başıma edemem. Elim ayağım tutarken bir huzurevine gitmek istedim “el alem bunca varlığın içinde yüzerken üç oğlu bir annelerine bakamadılar demezler mi?” diye önümü kestiler. Bakıma muhtaç olduğum için huzurevleri de almazmış. Ben ne yapacağım…” diye sitemlerini dinledik. Oğlu ile konuşacağımızı, çok temiz yaşlı bakımevleri olduğunu belki oralarda bir yer bulunabileceğini söyleyip teselli etmeye çalıştık. Teselli etmek ne mümkün. O “ne olacak benim halim…” diye sessiz ağlıyordu. Melahat Hanımın yüzündeki hüzün, gözündeki yaş dört ay önce arkadaş ortamında gündeme getirdiğimiz vakıf kurup kimsesiz yaşlıların yalnızlığını paylaşmak, ihtiyacı olana bakım hizmeti vermek, kendi kendine yetenlere birlikte yaşayabilecekleri evler yapmak fikri güçlendi. Vakıf nasıl kurulurdu, grubumuzda doktor, psikolog, gerontolog, eğitimci vardı, fakat sermaye koyacak kişiler yoktu. Küçük paylarla vakıf kurabilirmiydi? Sorulara yanıt bulma görevi bana verildi. İnternetten araştırdım, Antalya Vakıflar bölge Müdürlüğüne gittim, bilgi aldım. Kurulmuş vakıflardan deneyimlerini öğrenmek istedim. Bu arada şeytan dürttü, doğduğum topraklarda kurulmuş vakıf var mı diye sorguladım. İlk öğretmenliğe atandığım köye komşu bir köyde öğrencilere burs veren bir vakıf bulunduğunu gördüm. Telefon açtım, ilginç bir hikayeyle karşılaştım. “…X… vakfı amcamın kurduğu bir vakıftır. Biz iki kardeş sadece yöneticiliğini yapıyoruz. Amcam Şerafettin yıllar önce Amerika’ya gitmiş. Orada evlenmiş, çocukları olmamış, doktor olarak çalışmış. İyi para kazanmış, hayatını dolu dolu yaşamış fakat içinden memleket hasretini bir türlü atamamış. Eskiden sekiz on yılda bir ziyarete gelir, bir hafta köyde kalır, Akdeniz sahillerinde tatil yapar ve dönerdi. Son geldiğinde durum biraz farklıydı. Gelmeden önce bankaya yüklü bir miktar para havale etmişti. Yanında eşi yoktu. Memleket hasretine dayanamadığını, bu topraklara gömülmeyi arzu ettiğini, Amerika’ya tekrrar dönmeyeceğini söylüyordu. Köyde kaldığı sürede sıkıldı, kendisine kafa dengi arkadaş bulamadı. Şehirde barınmak istedi, uyum sağlayamadı. Bize vekalet verdi, “benim adıma bir vakıf kurun, başarılı öğrencilere burs verin, okumalarına yardımcı olun, bankadaki hesabımı vakıf için kullanın…” dedi. Kendisi gözü yaşlı, üzgün, umutları sönmüş olarak ikinci vatanına döndü. Eminim cismi gitti, gönlü burada kaldı. Amcamıza verdiğimiz sözü tuttuk, bu vakıf Amerika’daki doktor amcamız Şerafetin’indir. Sevabı da, şerefide ona aittir.” Bu öyküyü de dinledikten sonra doğru yolda olduğumuza bir kere daha inandım. Grubumuzun ilk toplantısına yeni kişileri de davet ettik. Bir arkadaşımızın yanında getirdiği konuk Hatice Hanım derdini döktü. “Evde yaşlı bir annem var. Gündüz ocağı açık unutup yangın çıkarmasından korkuyorum. Düşüp bir yanını kıracak diye ödüm kopuyor. Kapıyı her çalana açmaması için sıkı sıkı tembih ediyorum, kötü niyetliler evi soyabilir. Evde yalnız kalmaktan korkuyor. ‘Gitme yanımda kal’ diye gözlerimin içine bakıyor. Ben işe gitmek, çalışmak, evi geçindirecek para kazanmak zorundayım. Çaresizim, bana da çare olun” diyor. Evet çare olacağız. Yaşlı kreşleri kuracağız. Hatice Hanım sabah işe giderken annesini kreşe bırakacak, annesi akşama kadar benzer kişilerle birlikte olacak, sıkıntılarını paylaşacak, akşam yine evine dönecek. Hüsmen Dayıyı bulunduğu yerin bahçesindeki masadan kaldırmayacağız. Üç öğün yemeği veriliyor, giysileri yıkanıyor, bizim yardımımıza muhtaç değil. Biz Hüsmen dayının yardımına muhtacız. Bankadaki kime kalacağını bilmediğin paranı yardıma muhtaç başka bir insanımızın yararına kullanabiliriz. (Şimdilik – Kasım 2015- bu hizmete talip değiliz. Şartlar olgunlaştığında biz kendisini haberdar edeceğiz.) Yaşam Evleri kurup Melahat Nineye, Dr. Şerafettin’e birer müstakil stüdyo daire verip komşu edeceğiz. Ortak mutfakları, sohbet odaları, hobi atölyeleri; kuş, güvercin, tavuk besleyebilecekleri çiftlikleri; marul, domates, çiçek… yetiştirecekleri küçük bahçeleri olacak. Hem üretmenin zevkini unutmayacaklar, hem de yalnızlıklarını giderecekler. Zaman gelecek biz de aralarına karışacağız. Belki siz de aramıza gelirsiniz… Kimbilir! Henüz sayımız az, gücümüz yetersiz. Bizimle yürür müsünüz? Şimdilik beklentimiz: bizleri tanımanız, tanışmanız, arzularınızı belirtmenizdir. Sizi aramıza katabilirsek ihtiyaç duyan, daha çok kişinin gümüş yıllarını huzurlu geçirmesini sağlayabiliriz. Bize yazın, takıldığınız konuları sorun, size yük olmayacaksa toplantılarımıza katılın. Yaşar Kaynar, Antalya, 15.11.2015 Yanıtlar Cancel ReplyYour email address will not be published.YorumName* Email* Website